Doğa üzerine

 Yıllar yıllar önce...İnsanların her zaman doğada olduğu yıllar.Belkide doğaya çıkma diye bir tabirin kullanılmadığı zamanlar.Hani şu devamlı yardımlaşmadan.paylaşmadan,sevgiden,saygıdan atalarımızın sıklıkla anlattığı yıllar.Sormadan edemiyorum kendime.Ne oldu da, ne değişti de artık bunların eksikliğinden yakınır olduk.Rahat olmamız,her şeyin elimizin altında olması,insanların  birbirlerine olan ihtiyaçlarının azalması mıydı? Eskiden harmanı,el birliğiyle yardımlaşarak yapan daha çok yorulmasına karşın tatlı sözü dilinde eksik etmeyen insan, şimdi komşusuna selam vermeye çekinir oldu.Elbette insanların hepsi şehirden ayrılıp doğaya akın etsin demiyorum.Şu durumda,bu çalışma şartlarında ve imkanlarla böyle bir şeyin gerçekleşmesi zaten neredeyse mümkün değil.Yalnız zaman zaman sadece doğada yaşayarak yaşamını sürdürenlere yabani başlığı altında küçümsediklerine tanık oldum.Peki, uzun yıllar oturup yan komşusunu dahi tanımayan,selam vermekten çekinen asık suratlı,soluk benizli,şehrin boğucu havasından gergin,insan kırmaya meyilli kişi mi yabani yoksa bahsettiğim diğer doğa insanı mı tercihi size bırakıyorum.Gerçekten doğada öyle güzel insanlar var ki seksen yaşın üstünde dedeler,nineler , o yaşına rağmen enerjik, hayat dolu ve tebessümü yüzünden eksik etmeyen,sözüm ona öyle şahşahalı (hayatını kolaylaştıran!) teknoloji olmasa da  muhabbetine doyum olmayan o güzel insanlar.
Doğaya artık bakış açılarımız o kadar değişmiş ki.Yırtıcı hayvanların olduğu,gidilirse arada mangal yakmaya,pikniğe gidilebileceği düşüncesinin yaygınlaştığı bir dönem.Üstelik bulunduğu gibi bırakılmaması da cabası.Öyle doğa harikası yerler var ki insanın en son halini gördüğünde üzülmemesi mümkün değil.Çöplerin her yeri atıldığı o güzelim yerler.Çok merak ediyorum:Mangal yakmak için eti kömürü düşünürken başlıca malzemeler arasında çöp poşetini de ne zaman düşünüceğiz diye.Doğa insana her şeyi aslında en güzel şekilde öğretiyor.
Doğaya çıktığı  zamanlarda insan bazı şeylerin farkına daha iyi varıyor. Az ile yetinip şükretmeyi, elindekinin kıymetini daha iyi bilmeyi.Normal hayatta da idareli kullanmaya çalıştığım suyu doğada daha dikkatli her damlasına özen göstererek kullandığım zamanları dün gibi hatırlıyorum.İki buçuk saat aralıksız yürüdüğüm, sekiz saat pedal çevirdiğim doğa gezilerinde ulaşmak istediğim yere vardığımda duyduğum kuş cıvıltıları,buz gibi çoban çeşmesinden içtiğim o güzel su inanın her türlü mücadeleye değdiğini en güzel şekilde gösteriyor ve o an yorgunluğunuz çıkıp gidiyor vücudunuzdan.
Hiç çocukları suçlamayalım.Onları doğadan uzaklaştıran bizler şimdi yakınır olduk bilgisayara bağlanmasından.Peki buna sebep olan kimdi.Yazdan yaza köye giden,bununla birlikte doğal ortamı ancak uzun zaman sonra gittiği köyde ve birkaç ufak piknikle,kitaplarda görebilen çocuğun doğa aşığı olmasını, bilgisayardan uzak kalmasını kimse beklemesin.
Doğayla ilgili söylenecek o kadar söz var ki.Çocukluğumdan beri içimden olan doğa sevgisini canlandıran ve daha artmasında büyük pay sahibi Serdar Kılıç'tan bahsetmeden geçemeyeceğim.Doğayı en güzel şekilde ve doğal haliyle aktaran o güzel insan.Bizim yine de o güzel insanların o güzel atlara binip gitmeden, doğayı gideceğimiz yer değil hayatımızın merkezine almamız dileğiyle..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder